Göğe Bakarak Unuttuğum Her Şeye..





"Göğe bakarken, kendini hatırlayan herkese…"

Bazen yalnız kalmak istemedim, ama kimseye de anlatamadım içimde olanı. Göğe baktım. Belki biri beni oradan görür diye... Ama kimse inmedi gökten, sadece yıldızlar bana göz kırptı; onlar da ne kadar uzak, bir o kadar sessizdi. Unuttuğum çok şey var. Adını koyamadığım, zamanla silinen, hatırlamak istemeyip de gece uykularımda yeniden karşılaştığım şeyler… Mesela mutluluk. Nasıl bir duyguydu tam olarak? Gerçekten yaşadım mı yoksa sadece hayalini mi kurdum? Ya sevilmek... Çocukken inanırdım buna, büyüyünce eksik sevilmenin nasıl bir boşluk bıraktığını öğrendim. Birinin gözünde yer bulmak isterdim hep, ama sonra anladım, ben kendi gözümde bile bazen yoktum. Göğe bakarken sustum çoğu zaman. Çünkü kimseye diyemediklerim vardı. Çünkü bazı kelimeler, ağza alınca kırılıyordu içerde bir yerlerde. Ve bazen bazı acılar, anlatılınca değil, susulunca iyileşiyordu. Gökyüzüne baktım ve bıraktım gitsin... Yarım kalanları, hiç başlamayanları, “ya olsaydı?” dediklerimi. Kırılan yanımı, beklediğim ama gelmeyenleri... Hepsini birer bulut gibi saldım göğe. Çünkü artık yük taşımaktan yoruldum. Çünkü bazen hatırlamak, yaşamaktan daha ağırdı. Ve şimdi biliyorum: Göğe bakarak unuttuğum her şey, aslında en çok içimde kalanlardı. Ama artık…
Beni eksilten değil, beni tamamlayan şeylerin peşindeyim. Belki geç, belki eksik... Ama yine de içimdeki çocuğa sözüm var: Bir daha asla kendimi yarım bırakmayacağım. Ve şimdi… Kendimi yeniden topluyorum. Dağıldığım yerleri usulca yerden alır gibi, kırılmasınlar diye yavaşça sarıp sarmalayarak… Çünkü bazı acılar ne kadar geçmiş görünse de izleri hâlâ bugünümde konuşuyor. Bir şarkının sözünde, bir çocuğun gözünde, birinin gelişinde ya da hiç gelemeyişinde.
Göğe bakınca hâlâ içim titriyor. Sanki orada, bulutların ardında bir yerlerde bir zamanlar unutmadan sevdiğim, ama artık adını bile anmadığım biri var gibi.
Göğe bakınca, “Bir gün gelir, bana da iyi gelen biri olur” diye düşündüğüm zamanlar geliyor aklıma. O zamanı bekleyen hâlimi seviyorum şimdi. Çünkü umutluymuşum. Ve umut etmek… İnsanı hayatta tutan en ince sızıdır bazen. Gökyüzü bana hep şunu fısıldadı: “Sen eksik değilsin. Yarım kalanlar sana ait değil.” Ben de öğrendim… Kırıklarla da güzel yaşanabiliyor. Çünkü içimde hâlâ sevgi var. Hâlâ şefkat var. Ve hâlâ göğe bakacak bir nedenim var.
Duyguların sesine kulak vererek… Kırılan her yaramı sararak… Unutulmuşları hatırlamak gibi… Belki çoğu zaman unuttum… Kim olduğumu, ne hissettiğimi, bir zamanlar neyi çok istediğimi. Belki de yaşamak dedikleri, yavaş yavaş unutmakmış bazı şeyleri. Ama içimde bir ses hiç susmadı: “Sen, sen olmayı unutma. ”Düşün bir sabah uyanıyorsun ve hatırlamıyorsun artık o heyecanla yazdığın hayalleri… Sanki birileri silmiş içinden. Ya da sen, susmayı öğrenmişsin fazla konuşmaktan yada hiç duyulmamaktan. İşte öyle bir sabah, gökyüzüne baktım. Ve orada kendimi aradım. Bazı şeyler eksik kalır ya hani… Biri tam söyleyecekken susar, bir şey başlayacakken yarıda kalır, gülecekken ağlarsın… İşte ben onlara çok alıştım. Yarım kalanlara, hiç başlamayanlara, "Keşke"lerle dolu cümlelere. Ve sonra fark ettim ki, en çok kendimden özür dilemem gerekmiş. Susturduğum sesim için, ertelenen neşem için, kendi kalbime sırt çevirdiğim her gün için. Çünkü unuttuğum şeyler göğe baktığımda bir bir geri geldi aslında. Mutluluğun şekli belki değişmişti, ama hâlâ umut vardı. Sevilmek hâlâ mümkündü, sadece artık doğru kişilerle mümkün. Ve bazen bir dost sesi yeterliydi. Bir “Ben buradayım” demek, gökyüzünden daha parlak oluyordu içimde. Şimdi öğrendim ki: Unuttuğum şeyler, beni bırakmamış aslında. Sadece zamanı gelince geri dönmüşler. Kendimden geçtikçe, kendime daha çok yaklaşmışım.
Ve şimdi… Göğe bakınca sadece eksiklerimi değil, şükrettiğim her şeyi de görüyorum. Bir dostun varlığını… Bir yüreğin hâlâ sıcak kaldığını… Bir hayalin hâlâ içimde yaşadığını… Ben hâlâ buradayım. Yarım kaldığım yerden tamamlanmaya niyetli. Kırıklarımla, korkularımla, ama hâlâ sevgiyle. Peki o zaman bu yürüyüş, suskun kalplerin, adı konmamış yorgunlukların yürüyüşü olsun. Ne bir ses yükselsin ne bir gölge düşsün peşime... Sadece adımlar… Ve içte yankılanan sessizlik... Kimi zaman insan yürür… Ama nereye gittiğini bilmeden. Ne geriye dönecek kadar cesur, ne ileriye adım atacak kadar güçlü… Öylece yürür.
Kaldırımlara değil, göğsündeki ağırlıklara basar adımları. Birileri “hayat devam ediyor” der, ama bazı hayatlar bir noktanın içinde dönüp durur. Bir sabah olur, güneş doğar ama içi aydınlanmaz. Bir şarkı çalar, herkes eşlik eder, ama onun sesi çıkmaz. Sakladığı şey çoktur. En çok da kendinden. Çünkü bazı duygular konuşulmaz, ancak yürünür. Adımlarla dökülür yere, sessizliğe karışır. Ve bazen… hiç bir yere varmak gerekmez. Sadece yürümek yeter. Yorgun bir kalbin biraz hafiflemesi için… Bir göğsün yeniden nefes alabilmesi için…Göz değmesin bu yürüyüşe. Sorular karışmasın yoluna. Adımlar incinmesin. Çünkü her adımda bir yara biraz daha kabuk bağlıyor... Ve eğer bir gün, her şey üstüme üstüme gelirse yine… Göğe bakacağım. Çünkü gökyüzü bana hep aynı şeyi fısıldar: “Geçmediğin yol kalmadıysa, dönüp kendine sarıl.” Çünkü içimde kırılmış ne varsa, gökte yıldız olup parlıyor artık. Unuttuklarım mı? Artık onları unutmak bile canımı acıtmıyor. Çünkü öğrendim… Bazı şeyleri bırakmak, kendini tutmaktan daha iyileştirici. Ve ben işte bu yüzden, bundan sonra ne zaman yorgun hissetsem, ne zaman içimde bir boşluk büyüse… Başımı göğe kaldıracağım. Ve diyeceğim ki: “Ben hâlâ buradayım. Ve hâlâ sevgiyle, umutla, yaşıyorum.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YENİ BAŞLANGIÇLARA...

KİMSE GÖRMESEDE BÜYÜYEN BİR ÇİÇEĞİM BEN...

"Bir Gün Mutlaka”