KIRILGANLIĞIN ZARAFETİ : GÜÇLÜ OLMAK DEĞİL GERÇEK OLMAK
Bazı günler uyanmak bile güç ister. Gözlerini aralarken ruhun hâlâ yorganın altında, kalbin bir köşeye sinmiş bekler. O an, herkes “güçlü ol” der ama kimse “gerçek ol” demez. Oysa ben, o sabahlarda sadece kendimim. Kırılmış, yorulmuş, belki de susturulmuş bir ses gibi… Ama hâlâ ben. Toplum, hep güçlü olanı över: ağlamayanı, dimdik duranını, bir şey olmamış gibi davrananı... Ama ben bir gün fark ettim ki en güçlü olduğum anlar, aslında en kırılgan olduğum anlarmış. Çünkü maskesizdim, çıplak bir yürek gibi duruyordum dünyanın ortasında. Ve o hâlimle bile yaşamayı seçiyordum. Çocukken düşüp ağladığımızda kimse bizi zayıf görmezdi. Aksine, “gel bakalım,” deyip sararlardı. Ne zaman büyüdük de ağlamak ayıp oldu? Ne zaman gözyaşı zayıflık sayıldı da, susmak marifet oldu?
Ben artık utanmıyorum. Kırıldım mı söylüyorum. Canım mı acıyor, içim mi eziliyor, içimden geleni susturmuyorum. Çünkü fark ettim ki, kırılganlık aslında zarafet… Bir insanın kendi iç dünyasına saygı duyması. Sınırlarını, acılarını, ihtiyaçlarını anlaması. Ve en önemlisi: onları bastırmadan yaşamayı göze alması.
Yıllardır benden beklenenleri taşıdım sırtımda. “Gülümse”, “dayan”, “idare et”, “bozma”, “düşme”, “kırılma”… Ama bazen sadece oturup ağlamak istedim.
Yalnız kalmak, gözlerimi tavana dikip hiçbir şey yapmamak istedim. Ve evet, yaptım da. İşte o anlarda kendimi hiç olmadığım kadar sevmiştim. Çünkü gerçek bendim. Çünkü kimse için şekil almıyordum. Çünkü yüreğimin her kıvrımıyla barışıyordum. Dünyada pek az şey bir insanın kendine şefkat göstermesi kadar kıymetli. Ve ben artık o incelikli şefkati, her kırıldığımda kendime hediye ediyorum. Bir çiçek gibi, bazen rüzgârda savrulsam da, içimdeki tohum hep yerinde duruyor. Yeniden kök salacak kadar sabırlı, yeniden yeşerecek kadar kararlı… Kırılgan olmak, cam gibi olmak demek değil.
Cam kırılır ve keser ama kırılganlık, incecik bir yaprağın rüzgârla dansı gibidir. Esnektir, zariftir ve her şeyden önemlisi: canlıdır. O yüzden ben artık güçlü görünmeye çalışmıyorum. Gerçek olmayı seçiyorum ve bu yazıyı okuyan her yüreğe diyorum ki: Eğer bugün kendini parçalanmış gibi hissediyorsan, bil ki yalnız değilsin. Senin gibi hisseden başka kalpler de var ve bu dünya, en çok o kalplerin sevgisiyle iyileşiyor. Ama kırılganlık, sadece gözyaşıyla değil;
sessizlikle, susarak anlatmakla da kendini gösterir. Bazen öyle günler olur ki… Cümleler yorgundur, kelimeler bile taşımak istemez seni. İşte o günlerde, hiçbir şey yapmamanın da bir eylem olduğunu öğrendim. Kendine izin vermenin, durmanın, sadece var olmanın... Kimseye anlatamadığın bir boşluk varsa içinde, bil ki o boşluk da senin bir parçan. Oraya ışık tutmaya çalışmak zorunda değilsin her zaman. Bazen sadece oturmalı, elinden tutmalı ve o boşlukla dost olmalısın.
İyileşmek, tamamlanmak değil her zaman. Bazen sadece "böyle de varım" diyebilmek. Ve sonra... O sessiz günlerin ardından bir sabah uyanırsın, güneş içeri biraz daha farklı girer. Aynaya bakarsın, belki hâlâ gözlerin doludur ama bir kıpırtı vardır içinde: Bir kabul, bir anlayış, bir barış... İşte o an, savaşarak değil, kucaklayarak ayakta kaldığını kırılganlığın seni nasıl güçlü kıldığını fark edersin... Kırılganlık, çoğu zaman görünmeyen bir cesarettir. Herkesin içinde taşıyıp sakladığı ama çok az insanın gösterdiği bir zarafettir. Ve sen bunu taşıyorsan, ne mutlu sana. Çünkü sen, sadece var olmakla bile bir güzellik yayıyorsun bu dünyaya bunu bil… Ve sakın unutma.

Yorumlar
Yorum Gönder