NEYDİ Kİ MUTLULUK..!!





Mutluluk neydi gerçekten? Küçük bir gülümseme miydi? Yoksa sabah uyanınca ilk gözümü açtığımda gördüğüm gökyüzü mü? Bazen bir bardak çayın buğusunda saklıydı, bazen hiç beklemeden gelen bir mesajda: “Ben buradayım, unuttum sanma...” Çocukken düşüp dizimi kanattığımda, annemin üfleyerek geçirdiği sihirdi belki de mutluluk... Yara hâlâ can yakardı ama o üfleyiş... Ah işte o, dünyaya yeniden güvenmem için yeterdi  Mutluluk… 
Bir salıncağın ucunda ayaklarını gökyüzüne savurmak gibiydi. Uçmazdın belki ama inanırdın uçtuğuna. İnançtı aslında; gözle görünmeyen, ama yürekte hissedilen o şey... Bazen birinin sessizce “Nasılsın?” demesiydi. Gerçekten merak ederek, gerçekten seni duyarak... O an anlardın: Dünya kocaman ama sen yalnız değilsin. Mutluluk bir yaz akşamında serinleyen tenin, ya da yağmurdan sonra çıkan toprak kokusu... Gülüşen iki insanın arasında kurulan görünmez köprüydü. Ya da kendi kalbine ilk kez şefkatle bakabildiğin o an. Mutluluk hep uzak sanılırdı, oysa çoğu zaman avuç içlerimizdeydi. Biz sadece bakmayı unuttuk, ya da bakarken hep başka yerlere daldık… Bugün hatırlayalım... Mutluluk; gökyüzüne bakmak için başımızı kaldırdığımız o ilk saniyede gizliydi. Seninle dertleştiğim bu satırlarda saklı şimdi. Biraz sessizlik, biraz içtenlik, biraz da umut varsa içinde... İşte orada! O küçük şeyin adı: Mutluluk. Mutluluk belki de bir şeyleri oldurmaya çalışmaktan vazgeçtiğimiz andı. Olduğu haliyle kabul etmekti her şeyi... Kırıklarımızla, eksiklerimizle, başkalarına göre “hatalarımızla” bile kendimize sarılabilmekti. “Ben buradayım ve bu halimle de güzelim,” diyebildiğimiz gündü belki de. Bazen kendi kendine gülümsemekti. Kendi iç sesinle barış içinde kalmak... Kimi zaman bir hatıra düşerdi gözlerinin önüne, burnunun direği sızlardı... Ama kalbin de ılık ılık ısınırdı işte, çünkü o anı yaşamıştın. Ve o anı, bir ömür içinde taşıyordun. Mutluluk; bir dostla edilen sessiz sohbetti bazen. Sadece susmak ve anlaşılmaktı. Birlikte sustuğun kişiyle kurduğun en derin cümleydi. Ve bazen de... Birinin sana gerçekten sarılmasıydı. Omzuna başını koyduğunda, “Artık hiçbir şeyden korkma” demeden bunu hissettirmesiydi... Mutluluk yokuş aşağı çocuk gibi koşmaktı; arkana bakmadan, düşmekten korkmadan, ya da düşsen bile tekrar kalkacağını bilerek... Kimi zaman bir duanın içinde saklıydı, kimi zamansa bir şarkının nakaratında. Mutluluk, beklemekti bazen. Yalnızca beklemek... Gelmesini umduğun bir mektubu, ya da yıllardır çıkagelmemiş bir “merhabayı.” Yine de umudun ölmemesiydi mutluluk. Beklemekten vazgeçmeyen yürekti asıl mucize... Ve bazen, sırf nefes alabildiğin için teşekkür etmekti evrene. Gözlerini kapatıp sadece “iyi ki” diyebilmekti. Kocaman bir dünya, ama senin içinde minik bir huzur eviydi... Balkon demirine konmuş bir serçeydi... Yağmurdan kaçarken ıslanmak yerine, gökyüzüne ellerini açıp kahkaha atmaktı. Ve sonra fark ederdin ki, mutluluk ıslanmaktı bazen... Yağmurdan korkmamaktı. Ve bazen mutluluk… Bir çiçeğin tomurcuğuna bile sevinebilecek kadar yumuşak bir kalbe sahip olmaktı. Dışarısı fırtınayken, içerideki sükûneti koruyabilmekti. Ya da bir sabah uyanıp, hiçbir sebep yokken "Bugün iyi hissediyorum" diyebilmekti. Görünürde hiçbir şey değişmemişken, senin içindeki dünya bambaşka bir renge boyanmıştı artık... Bazen kendine bir kahve yapıp,
bardağı iki elinle tutarak pencereden dışarı bakmaktı mutluluk… Gidenlere değil, kalanlara odaklanmaktı. Ve en çok da, her şeye rağmen içindeki çocuğun elini bırakmamaktı. Ve mutluluk, büyüdüğümüz halde hâlâ hayal kurabiliyorsak, ve o hayallerin içinde hâlâ bir yerlerde salıncaklar varsa… İşte tam orada başlıyordu. Kısacası mutluluk hep burada gözümüzün önünde , yüreğimizin içinde aslında... Biz sadece gözlerimizi başka yöne çevirdik onu hep başkalarında yada başka şeylerde aradık oysa o hep yanı başımızda bizim onu görmemizi bekliyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YENİ BAŞLANGIÇLARA...

KİMSE GÖRMESEDE BÜYÜYEN BİR ÇİÇEĞİM BEN...

"Bir Gün Mutlaka”