Rüzgârın Unuttuğu Cümleler
Kasım’ın soğuk sabahlarından biri bu. Pencerenin önünde oturuyorum; dışarıda ince bir sis, içimde yavaş akan bir sessizlik var. Rüzgâr zaman zaman perdeyi hafifçe dalgalandırıyor, sanki hatırlamakla unutmak arasında kalmış bir dost gibi. Ne tam içeri girebiliyor, ne de tamamen uzaklaşabiliyor. Bu mevsimde hep böyle olur; her şey biraz eksik, biraz tamam gibidir. Artık yazdan kalma ne varsa, hepsi yavaş yavaş siliniyor. Balkonun köşesinde solmuş bir sardunya, masada yarım kalmış bir defter, rafta unuttuğum bir fincan… Hayat, insanın elinden kayıp giden küçük detaylarda gizleniyor bazen. Düşünüyorum da, belki de yaşamak tam da bu elimizde tutamadıklarımızla barışmayı öğrenmek. Kasım bana hep zamanı hatırlatıyor — nasıl geçtiğini fark etmediğimiz o günleri, ertelediğimiz sözleri, içimizde bir yerlere gizlediğimiz duyguları… Rüzgâr kapı aralığından içeri girerken, sanki hepsini tek tek uyandırıyor. Kimini usulca fısıldıyor kulağıma, kimini de taşıdığı yapraklarla uzaklara savuruyor. Bazı cümleler var, söylenmeden unutuluyor. Bazı duygularsa, hiç dile gelmese de kalıyor. İşte Kasım tam da bu arada yaşanıyor: gidenlerle kalanların buluştuğu o ince çizgide. Günler kısa, ama içleri dolu. Akşamlar erken geliyor artık. Işıklar yanarken odanın köşelerine bir huzur çöker. İnsan daha az konuşur, daha çok düşünür. Belki biraz hesaplaşır kendisiyle, belki de sadece durur ve dinler. Rüzgârın sesini, sokağın sessizliğini, kendi kalbinin atışını… Çünkü Kasım insanı içine döndürür. Dışarıdaki soğuğu hissettikçe, içindeki sıcaklığı aramaya başlarsın. Bu ay bana hep sabrı öğretmiştir. Acele etmemen gerektiğini, bazı şeylerin kendiliğinden olacağını. Her şeyin bir zamanı olduğunu… Yaprak bile kendi vaktinde düşüyor, erken koparsa ağacın canı yanıyor. Belki biz de bazen, olmadan olmaya zorluyoruz hayatı. Belki de Kasım, bize biraz durmayı, biraz kabullenmeyi hatırlatıyor. Yine de bu dinginliğin içinde umut var. Sessizliğin bile bir sesi var bu mevsimde. Rüzgârın taşıdığı her soğuk havanın içinde biraz tazelik gizli. Çünkü soğuk da yeniler; kırılganlığı öğretir, ardından gelecek sıcaklığı daha çok sevmemizi sağlar. Her sonbahar biraz vedadır, ama aynı zamanda yeniden doğuşun hazırlığıdır. Ben bu mevsimi bir tür arınma gibi yaşarım. Kırgınlıklarımı bırakırım, sessizliğe karışsınlar diye. Sözlerimi rüzgâra emanet ederim, belki bir gün unuttuğum bir duyguyu geri getirir diye. Kasım bana hep şunu söyler gibi olur: “Bazı şeyler unutulsun ki, yenileri yer bulsun.” Belki de bu yüzden içim biraz eksik ama hafiflemiş hissediyor.
Dışarıda yağmur başlamış. Camdan süzülen damlalar birbirine karışıyor, tıpkı düşüncelerim gibi. Her biri bir anıya dokunuyor, bir iz bırakıyor, sonra yavaşça kayboluyor. Hayat da öyle değil mi zaten? Ne kadar sıkı tutarsan tut, sonunda her şey kendi yolunu buluyor. Belki bu yüzden artık direnmemeyi, her şeyin olması gerektiği gibi olmasına izin vermeyi öğreniyorum. Kasım’da insan değişiyor. Daha çok susuyor, ama suskunluğu bile anlamla doluyor. Her nefes bir şükre dönüşüyor; elimde kalanlar için, gidenlerden öğrendiklerim için, hâlâ umut edebildiğim için. Çünkü biliyorum, rüzgâr her şeyi unutmuyor. Bazı cümleleri taşıyor, bazılarını saklıyor. Belki bir gün, beklenmedik bir anda, yeniden önüme bırakmak için. Ve şimdi, bu satırları yazarken, içimde bir huzur var. Ne geçmişin gölgesi kadar ağır, ne de geleceğin belirsizliği kadar ürkütücü. Sadece şimdinin sıcaklığı. Belki bu da bir mucize tam şu anda olabilmek.
Kasım’ın kalbinde, rüzgârın unuttuğu o cümlelerle birlikte, ben de biraz daha kendime dönüyorum. Çünkü anlıyorum ki, hiçbir şey tamamen kaybolmuyor. Yalnızca şekil değiştiriyor. Tıpkı yaprakların toprağa düşüp yeniden kök olması gibi, insanlar da yaşadıklarıyla olgunlaşıyor, sessizce büyüyor.
Ve eğer bir gün, rüzgâr gerçekten unuttuğu o cümleleri geri getirirse… Belki o zaman ben de yeniden yazarım. Daha sakin, daha bilge, ama yine kalpten.
Yine gün batıyor. Gökyüzü turuncudan mora, oradan da geceye dönüyor. Penceremin önünde otururken fark ediyorum; her akşam biraz daha erken kararıyor artık. Zaman küçülüyor sanki. Ama bu karanlığın içinde tuhaf bir huzur var. Çünkü bilirim, gece hiçbir zaman tamamen siyah değildir. Her karanlığın içinde biraz ışık saklıdır, sadece gözün değil, kalbin de görmesi gerekir onu. Belki de Kasım’ın asıl büyüsü burada. İnsan karanlığına alıştıkça içindeki ışığı fark ediyor. O yüzden ben bu mevsimi hiçbir zaman hüzünle değil, olgun bir kabullenişle anarım. Çünkü kaybetmek sadece eksilmek değildir; bazen de yeniden tanımlamaktır kendini. Bazen bir şeyleri geride bırakmak, aslında kendine yaklaşmaktır. Yıllar geçtikçe fark ettim; bazı cümleler bir daha söylenmiyor, bazı insanlar bir daha geri dönmüyor. Ama buna rağmen kalbimiz hâlâ atıyor, umut hâlâ bir yerlerde sessizce filizleniyor. İşte yaşamın gizemi tam da burada: bitmiş gibi görünen şeylerin aslında hiç bitmemesinde. Bir hatırada, bir fotoğrafta, bir kokuda, hatta bir melodide yaşamaya devam ediyorlar. Rüzgâr unuttuğunu sansa da, hayat bir şekilde saklıyor onları. Bazen sabah uyanınca, perdeden içeri süzülen loş ışıkta, geçmişten bir his beliriyor. Ne tam anı, ne tam hayal. Kalbimin bir köşesinde duran, ismini bilmediğim bir sıcaklık. Belki bir vedadan arta kalan söz, belki de tamamlanmamış bir gülümseme. Onları artık kovalamıyorum. Bırakıyorum oldukları yerde dursunlar. Çünkü anladım; her duygunun kendi zamanı var, her sessizliğin bir sebebi. Kasım bana hep hatırlatır: insan ne kadar büyürse büyüsün, içinde hep bir çocuk kalır. O çocuk bazen rüzgârla yarışır, bazen yağmuru dinler, bazen de hiçbir şey söylemeden sadece bakar. O sessiz bakışta öyle çok şey gizlidir ki… Hayatın tüm sade haliyle orada durur. Ve işte o anlarda insan anlar; mutluluk gürültüde değil, sükûnettedir. Şunu da öğrendim hiçbir şeyin acelesi yok. Ne affetmenin, ne unutmanın, ne sevmenin. Her şey, olması gerektiği zaman olur. Biz ne kadar uğraşsak da, zaman kendi ritminde akıyor. Tıpkı rüzgâr gibi; ne kadar yön vermeye çalışsan da, o yine bildiği gibi eser. Belki de bu yüzden insanın yapabileceği en bilge şey, hayatı yönetmek değil, onunla uyum içinde kalabilmektir.
Rüzgâr bu gece biraz daha serin esiyor. Ama bu serinlikte bir yalnızlık değil, bir arınma var. Sanki her esintide geçmişin tozu kalkıyor, yerini yeni bir dinginliğe bırakıyor. İçim hafifliyor. Artık unutmaktan korkmuyorum. Çünkü biliyorum; unutmak bazen kaybolmak değil, özgürleşmektir. Bütün bunları yazarken düşünüyorum da, belki de rüzgârın unuttuğu cümleler aslında hiç kaybolmadı. Sadece yer değiştirdi. Belki şimdi bir başkasının kalbinde yankılanıyorlar, belki bir ağacın dallarında, bir denizin dalgasında ya da bir pencerenin önünde oturan başka bir yürekte. Belki de unuttuğunu sandığımız şeyler, bir yerlerde bizi hâlâ hatırlıyordur. Bazen veda etmek, bir dönemi kapatmak değil, kendine yeniden başlamaktır. Kasım da bana hep bunu anlatır. Dalların sessizce yapraklarını bırakışında bir teslimiyet vardır. Direnmeden, ağlamadan, sadece olması gerektiği gibi... Hayatın kendi ritmine güvenmek gibidir bu. Çünkü her dökülen yaprak, toprağa düşerken yeni bir yaşamın sözünü verir. Ben de her Kasım’da biraz daha bırakmayı öğreniyorum. Bazen kelimeleri, bazen insanları, bazen de kendimde artık taşımamam gereken yükleri. Ve fark ediyorum ki, her bırakışın ardından içimde biraz daha yer açılıyor; yeni bir nefese, yeni bir başlangıca.
Dışarıda yağmur başlamış. Camdan süzülen damlalar birbirine karışıyor, tıpkı düşüncelerim gibi. Her biri bir anıya dokunuyor, bir iz bırakıyor, sonra yavaşça kayboluyor. Hayat da öyle değil mi zaten? Ne kadar sıkı tutarsan tut, sonunda her şey kendi yolunu buluyor. Belki bu yüzden artık direnmemeyi, her şeyin olması gerektiği gibi olmasına izin vermeyi öğreniyorum. Kasım’da insan değişiyor. Daha çok susuyor, ama suskunluğu bile anlamla doluyor. Her nefes bir şükre dönüşüyor; elimde kalanlar için, gidenlerden öğrendiklerim için, hâlâ umut edebildiğim için. Çünkü biliyorum, rüzgâr her şeyi unutmuyor. Bazı cümleleri taşıyor, bazılarını saklıyor. Belki bir gün, beklenmedik bir anda, yeniden önüme bırakmak için. Ve şimdi, bu satırları yazarken, içimde bir huzur var. Ne geçmişin gölgesi kadar ağır, ne de geleceğin belirsizliği kadar ürkütücü. Sadece şimdinin sıcaklığı. Belki bu da bir mucize tam şu anda olabilmek.
Kasım’ın kalbinde, rüzgârın unuttuğu o cümlelerle birlikte, ben de biraz daha kendime dönüyorum. Çünkü anlıyorum ki, hiçbir şey tamamen kaybolmuyor. Yalnızca şekil değiştiriyor. Tıpkı yaprakların toprağa düşüp yeniden kök olması gibi, insanlar da yaşadıklarıyla olgunlaşıyor, sessizce büyüyor.
Ve eğer bir gün, rüzgâr gerçekten unuttuğu o cümleleri geri getirirse… Belki o zaman ben de yeniden yazarım. Daha sakin, daha bilge, ama yine kalpten.
Yine gün batıyor. Gökyüzü turuncudan mora, oradan da geceye dönüyor. Penceremin önünde otururken fark ediyorum; her akşam biraz daha erken kararıyor artık. Zaman küçülüyor sanki. Ama bu karanlığın içinde tuhaf bir huzur var. Çünkü bilirim, gece hiçbir zaman tamamen siyah değildir. Her karanlığın içinde biraz ışık saklıdır, sadece gözün değil, kalbin de görmesi gerekir onu. Belki de Kasım’ın asıl büyüsü burada. İnsan karanlığına alıştıkça içindeki ışığı fark ediyor. O yüzden ben bu mevsimi hiçbir zaman hüzünle değil, olgun bir kabullenişle anarım. Çünkü kaybetmek sadece eksilmek değildir; bazen de yeniden tanımlamaktır kendini. Bazen bir şeyleri geride bırakmak, aslında kendine yaklaşmaktır. Yıllar geçtikçe fark ettim; bazı cümleler bir daha söylenmiyor, bazı insanlar bir daha geri dönmüyor. Ama buna rağmen kalbimiz hâlâ atıyor, umut hâlâ bir yerlerde sessizce filizleniyor. İşte yaşamın gizemi tam da burada: bitmiş gibi görünen şeylerin aslında hiç bitmemesinde. Bir hatırada, bir fotoğrafta, bir kokuda, hatta bir melodide yaşamaya devam ediyorlar. Rüzgâr unuttuğunu sansa da, hayat bir şekilde saklıyor onları. Bazen sabah uyanınca, perdeden içeri süzülen loş ışıkta, geçmişten bir his beliriyor. Ne tam anı, ne tam hayal. Kalbimin bir köşesinde duran, ismini bilmediğim bir sıcaklık. Belki bir vedadan arta kalan söz, belki de tamamlanmamış bir gülümseme. Onları artık kovalamıyorum. Bırakıyorum oldukları yerde dursunlar. Çünkü anladım; her duygunun kendi zamanı var, her sessizliğin bir sebebi. Kasım bana hep hatırlatır: insan ne kadar büyürse büyüsün, içinde hep bir çocuk kalır. O çocuk bazen rüzgârla yarışır, bazen yağmuru dinler, bazen de hiçbir şey söylemeden sadece bakar. O sessiz bakışta öyle çok şey gizlidir ki… Hayatın tüm sade haliyle orada durur. Ve işte o anlarda insan anlar; mutluluk gürültüde değil, sükûnettedir. Şunu da öğrendim hiçbir şeyin acelesi yok. Ne affetmenin, ne unutmanın, ne sevmenin. Her şey, olması gerektiği zaman olur. Biz ne kadar uğraşsak da, zaman kendi ritminde akıyor. Tıpkı rüzgâr gibi; ne kadar yön vermeye çalışsan da, o yine bildiği gibi eser. Belki de bu yüzden insanın yapabileceği en bilge şey, hayatı yönetmek değil, onunla uyum içinde kalabilmektir.
Rüzgâr bu gece biraz daha serin esiyor. Ama bu serinlikte bir yalnızlık değil, bir arınma var. Sanki her esintide geçmişin tozu kalkıyor, yerini yeni bir dinginliğe bırakıyor. İçim hafifliyor. Artık unutmaktan korkmuyorum. Çünkü biliyorum; unutmak bazen kaybolmak değil, özgürleşmektir. Bütün bunları yazarken düşünüyorum da, belki de rüzgârın unuttuğu cümleler aslında hiç kaybolmadı. Sadece yer değiştirdi. Belki şimdi bir başkasının kalbinde yankılanıyorlar, belki bir ağacın dallarında, bir denizin dalgasında ya da bir pencerenin önünde oturan başka bir yürekte. Belki de unuttuğunu sandığımız şeyler, bir yerlerde bizi hâlâ hatırlıyordur. Bazen veda etmek, bir dönemi kapatmak değil, kendine yeniden başlamaktır. Kasım da bana hep bunu anlatır. Dalların sessizce yapraklarını bırakışında bir teslimiyet vardır. Direnmeden, ağlamadan, sadece olması gerektiği gibi... Hayatın kendi ritmine güvenmek gibidir bu. Çünkü her dökülen yaprak, toprağa düşerken yeni bir yaşamın sözünü verir. Ben de her Kasım’da biraz daha bırakmayı öğreniyorum. Bazen kelimeleri, bazen insanları, bazen de kendimde artık taşımamam gereken yükleri. Ve fark ediyorum ki, her bırakışın ardından içimde biraz daha yer açılıyor; yeni bir nefese, yeni bir başlangıca.
Şimdi penceremi aralıyorum. Rüzgâr, unuttuğum cümleleri getirmese de, bana yeni olanları fısıldıyor. Her şeyin geçici olduğunu, ama hiç bir şeyin tamamen kaybolmadığını hatırlatıyor. Bir ses gibi, bir dokunuş gibi, bir an gibi kalıyor hepsi. Belki silikleşiyor, ama yok olmuyor. Çünkü yaşanmış her şey, insanın içinde bir yerlerde kalmaya devam ediyor. Ve ben, bütün o hatıraların içinden süzülerek, bugünle buluşuyorum. Kelimelerim ağır değil artık, hafifliyor. Kalbim eskisi kadar telaşlı değil, daha sakin. Rüzgârın unuttuğu cümleleri toplamayı bıraktım, çünkü anladım ki bazen sessizlik de anlatır. Belki de bu mevsimin en güzel yanı, “tamam” diyebilmeyi öğretmesidir. Biten günlere, kapanan kapılara, söylenememiş sözlere “tamam” diyebilmek... Ve sonra derin bir nefes alıp, kendini yeniden hayata bırakmak. Kasım ayına girmişken bu yazı da kendi yerine otursun istedim. Çünkü bazı cümleler yazılmak için değil, yaşanmak için var. Ve belki de en güzel veda, kelimelerin değil, kalbin sessizce gülümsediği andır.
Yorumlar
Yorum Gönder